
By: Elijah J. Magnier
Translation: Osman Soysal
ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İran’ın en büyük düşmanları olduğuna ve nükleer ve balistik programlarının mümkün olan her şekilde kesintiye uğratılması veya yok edilmesi gerektiğine karar verdi. Görünüşe göre Trump, İran’ın nükleer zenginleştirmesini artırdığı ve nükleer balistik füze programlarını geliştirdiği göz önünde bulundurulduğunda « görevini tamamlamadığının » farkına vardığından, İran’ı yeniden seçilememesinin nedenlerinden biri olarak kabul etmektedir. Hiç şüphe yok ki Trump, Suriye’de işgal altındaki Golan Tepeleri, Kudüs’ün başkent olarak kabul edilmesi, yerleşim yerlerinin yasadışı yeniden inşası ve Arap ve Müslüman ülkeler ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesinin de yer aldığı, İsrail’e sunduğu hediyeler listesine bu iki « gerçekleşmeyi » de katmak istiyordu. Böylece, İran’ı bir savaşa sürükleme ya da yeni seçilen başkanın 20 Ocak 2021’de en azından İran nükleer anlaşmasını yeniden tesis etmesine yol açacak tüm köprüleri yakma arzusundaydı. Netanyahu, İranlı bilim insanı Muhsin Fahrizade’nin öldürülmesini açıkça üstlenmedi, ancak bunu dolaylı olarak ima etti. Peki, İran’ın seçenekleri nelerdir? Bu suikastta İsrail’i kim destekledi? Netanyahu, Suudi Arabistan’ı İran’a karşı planlarına nasıl dahil etti? Bir sonraki savaş hangi sahnede gerçekleşecek?
Başbakan Netanyahu, ülkesindeki mahkemelerde dolandırıcılık ve yolsuzluk suçlamasıyla yargılanmaktadır. İktidarda kalmak ve çevresinde farklı müttefikleri toplamak için elinden gelen her şeyi yapmaktadır. Yeni müttefiki Suudi Arabistan’ı İran’a karşı oynadığı oyuna dahil etmekte tereddüt etmedi. Sonuç olarak İran, Fahrizade suikastına yanıt olarak hedef seçeneklerinin sayısını artırdı.
Aslında, İsrail başbakanının birçok nedenden ötürü tek başına daha geniş kapsamlı bir savaşa girmek için çok az geçerli seçeneği bulunmaktadır. Lübnan’da, Hizbullah’ın dayattığı caydırıcılık, İsrail ordusunu sınırdan uzak durmaya zorlamaktadır. Hizbullah lideri Seyid Hasan Nasrallah, ortaya çıkacak ilk fırsatta İsrail askerinin vurulup öldürüleceğine dair yemin etti. İsrail hükümeti, tüm İsrail birliklerine geri çekilmelerini ve sınırdan uzaklaşmalarını emretti, böylece birkaç aydan beri sınırı korumasız bıraktı. Üstelik Hizbullah, bir Hizbullah üyesini vurmaktan ve bunun doğuracağı sonuçlardan çekinen İsraillilerin çaresiz bakışları altında Suriye’den Lübnan’a silah taşımaya devam etmektedir. Hizbullah, Netanyahu’nun kendini zayıf ve savunmasız hissettiği bir cephede İsrail’e kendi angajman kurallarını dayatmış durumdadır.
İsrail’de ordu, ne iç ne de dış cephede savaşa girmeye hazır değildir. İsrail limanları ve havalimanları, İran ve müttefiklerinin Suriye’den, Lübnan’dan ve hatta Irak’tan fırlatılabilecekleri hassas füzelerinin kolayca vurabileceği uzaklıktadır. Koronavirüs, İsrail ekonomisini büyük ölçüde etkilemiş durumdadır. Bu nedenle Netanyahu’nun kendi saflarında veya onun adına savaşacak başka devletlere de ihtiyacı vardır. Netanyahu’nun, Veliaht Prens Muhammet bin Selman’la tanışmak üzere Suudi Arabistan’a yaptığı gizli ziyaretin ifşa edilmesi, Fahrizade’nin öldürülmesinden sonra daha da anlam kazanmaktadır. Netanyahu, İran’a suikasttan yalnızca kendisinin sorumlu olmadığını ve Suudi Arabistan’ın da şu ya da bu şekilde bu işe karıştığını göstermek istedi. Ama bu aynı zamanda bir « intikam saldırısının » hedeflerinin yalnızca İsrail ile sınırlı olmayacağı anlamına da gelmektedir. Netanyahu’nun saldırısı açıkça belden aşağı bir darbedir, ancak karakteri ve stratejileri göz önüne alındığında bu onun için hiç de alışılmadık bir şey değildir.
Netanyahu’nun ziyaret tarihini açıklamak ya da sivillerin İsrail’den Kızıldeniz’deki Neom kentine giden uçağını ekrandan takip etmesini sağlamak bunun için çok da gerekli değildi. Gün ışığına çıkan Suudi Arabistan-İsrail ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda bu gerçekten de yeni bir durum değildir. Suudi Arabistan, başta Lübnan’a karşı (2006’da) olmak üzere İsrail liderliğindeki savaşları zaten daha önce de finanse etmişti. Eski Mossad şefi Tamir Pardo, 2014’te Riyad’ı ziyaret etti. Emekli bir Suudi general olan Enver Macid Eşki, İsrail yetkilileriyle 2016’da King David Hotel’de bir araya gelmiş ve bir yıl sonra, Suudilerin baş casusu Halid Bin Ali el-Humeydan, İsrail’e gizli bir ziyarette bulunmuştu.
Son yıllarda dört İranlı nükleer bilim insanının öldürülmesinden bu yana ilk kez, uluslararası toplum İran’da bir sivilin hedef alınarak öldürülmesini kınadı ve bunu « devlet terörü » olarak niteledi. İsrail, İran’ın nükleer programını durdurma hedefine çok da yardımcı olmayacak bir suikastı gerçekleştirerek, bir kez daha uluslararası hukuku ihlal etmekle suçlanmaktadır.
Nitekim İsrail, « İsrail, başka hiçbir ülkenin yapmasına izin verilmeyen şeyi yapmaya cüret edebilir » kuralı uyarınca, dünya karşısında sorumlu tutulmadan savaşçı olmayanlara ve sivillere yönelik onlarca suikast gerçekleştirmiştir.
İsrail’in dış istihbarat teşkilatı olan Mossad kendini ifşa etmekten uzaktır ve sıradanlığı daha önce de kamuoyuna teşhir edilmiştir. Her şeye uzanan bir « uzun kola » sahip olmaktan daha çok, aslında uluslararası desteğe bağımlı durumdadır. Mossad ajanları, Şam’ın pazarlık yapmayı reddettiği Suriye dışında nadiren infaz edilmiştir. Mossad büyük bir bütçeye ve bir sürü sahte pasaporta sahip olmanın yanı sıra, aynı zamanda uluslararası toplumun ve yürüttüğü gizli operasyona ve hedeflerine bağlı olarak, dünyanın dört bir yanındaki ABD askeri tesislerinin desteğinden de yararlanmaktadır. İsrail istihbarat servisi, çoğu ülkede yakalanan ajanlarının serbest bırakılması veya kaçırılması için, ABD ve Avrupa’nın desteğine de güvenebilir. İsrail, Donald Trump gibi bir başkan görevdeyken ABD’nin sınırsız desteğinin yanı sıra gücünü bu dış kaynaklardan da almaktadır. İsrail, Körfez ülkeleriyle diplomatik ilişkilerinin normalleşmesinden bu yana, Arapların ve İsrail’in ortak düşmanlarının, yani İran ve Direniş ekseninin (Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen) barındığı ülkelerdeki gizli faaliyetlerinin eşgüdümü için artık daha güçlü Arap desteğine güvenebilir.
« İranlı biliminsanına yönelik suikast, saldırıya sadece birkaç gün içinde hazırlanmadığı anlaşılan iyi eğitimli infazcılardan oluşan bir ekip tarafından gerçekleştirildi. Ekip, patlayıcılara, silahlara, mali imkanlara ve operasyona bir takım halinde buluşarak hazırlanmak için uygun güvenli mekanlara sahipti ». Tahran’da bulunan İran’ın güvenliğiyle ilgili kaynaklar, « bu büyüklükteki bir faaliyetin devlet destekli bir operasyonu gerektirdiğini » bildirmektedir.
Başkan Trump’ın Tümgeneral Kasım Süleymani’ye suikast düzenlediğinde yaptığının aksine, İsrail, Fahrizade suikastının sorumluluğunu resmen üstlenmedi, ancak Netanyahu tanıdık üslubuyla bunu ima etti. Bu arada, Amerikan yönetimi Irak’ta askerlerinin hedef alınması durumunda buna çok şiddetli bir şekilde yanıt vereceğine yemin etmiş ve Pentagon Amerikan B-52’lerine birkaç gün önce Orta Doğu’ya geri dönme talimatı ve USS Nimitz’in Basra Körfezi’ne geri dönmesi talimatını vermişti. Bütün bu göstergeler, İran tarafından, ABD ve İsrail’in bu gayrimeşru suikasttaki suç ortaklığı ve sorumluluğunun açık sinyalleri olarak değerlendirilmektedir.
İran’ın seçenekleri nelerdir?
İran Devrim Muhafızları Birliği komutanı Tümgeneral Hüseyin Salameh, « İran bunu karşılıksız bırakmayacaktır » dedi. Böylece kendisini bu sözle bağlamış oldu ve misillemede bulunmayarak güvenilirliği tehlikeye atması beklenmemelidir. Devrimin Yüce Rehberi Seyid Ali Hamaney, askeri komutanlarına « şehit Muhsin Fahrizade’nin intikamını almalarını » emretti. İran’ın yurtdışındaki vurucu gücünü temsil eden El-Kuds Tugayının komutanı General İsmail Kaani, « bölgesel düzeyde hedefler belirlendi ve İran’ın müttefikleri verilecek yanıta katılacaklardır » açıklamasında bulundu.
Kaynaklara göre, İran bu konuyla ilgili olarak birçok düzeyde çalışmaya başladı: 1) suikasttan sorumlu ekibi ortaya çıkarmak; 2) yurtdışındaki tüm büyükelçilikleri, uluslararası topluluğun bir sivile yönelik bu gayrimeşru cinayeti kınamasını talep etmeye çağırmak; 3) İsrail’in tüm eylemlerinin koşulsuz destekçilerini tespit etmek ve İran’ın Ortadoğu’da belirlediği hedefleri vurarak caydırıcılığı dayatmak; 4) Trump’ın görev süresinin son 50 gününde İsrail tarafından planlanan başka bir saldırıya başlamak üzere hazır olan her türlü ekibi etkisiz hale getirmek; 5) Orta Doğu’da ilk vuruşun yapılacağı öncelikli hedefleri belirlemek; 6) Nükleer anlaşma konusunda fazla endişelenmeden uranyum zenginleştirme düzeyini arttırmak ve stok düzeyini 2.442,9 kg’ın üzerine çıkarmak.
Kaynaklar, Hizbullah’ın Lübnan’da yapmayı başardığı gibi, caydırıcılığını dayatmaması durumunda, İsrail’in İran hedeflerine daha da fazla saldırı düzenlemesini hiçbir şeyin engellemeyeceğinin farkındadır. Buna ek olarak, örneğin Orta Doğu, Afganistan ve Yemen’deki İsrail ve ABD müttefiklerine yönelik olası bir saldırı, bölgedeki ABD çıkarlarını tehlikeye soktuğu için İsrail’e durması için verilmiş bir işaret de olacaktır.
İran, Trump (kaynağa göre « zücaciye dükkanına giren fil ») iktidarda kaldığı sürece savaşa girmemeye karar verdi ve düşmanlarının dayattığı durumlara ve gerekçelere çekilmek isteğinde değildir. Bu nedenle, önümüzdeki haftalarda siber saldırılar, sabotajlar veya suikastlar meydana gelebilirse de, büyük ölçekli bir savaş henüz göze alınmamaktadır. Aynı kaynak, « biz Netanyahu ile zaten hesaplaştık, acele etmeye gerek yok, önümüze başka fırsatlar da çıkacak » dedi.
You must be logged in to post a comment.